Yalçın Gökçebağ

   Fırçasıyla doğanın şiirini yazan, onu büyük bir titizlik ve itinayla, nakış işler gibi, saf ve temiz haliyle çizen, boyayan ustaların ustası, yaşayan efsanemiz YALÇIN GÖKÇEBAĞ.

   Türk sanat tarihinin en önemli ressamlarından İbrahim ÇALLI gibi o da Çal doğumludur. Ortaokul bitene kadar ailesiyle köyde yaşamış, daha sonra şehre göç etmişlerdir. Köyde yaşam belki biraz yokluk demektir ama aslında bu yokluk insandaki yaratıcılığı güçlendiren itici bir kuvvettir. Çocukken tüm oyuncaklarını kendilerinin yaptığını, parayla oyuncak satınalma olgusunun olmadığını söyler bir röportajında. Bu nedenle ilkokul birinci sınıfta köylerine gelen Marshall yardımlarında kendisine çıkan yoyo oyuncağı onu çok şaşırtmıştır. Çünkü hayatında ilk defa kendilerinin yapmadıkları, hazır alınmış bir oyuncakla karşı karşıya kalmış ve bu durum ona çok ilginç gelmiştir. Arkadaşı Hüseyin de kendisine çıkan paketi çikolata sanıp büyük bir iştahla ısırdığında, hayal kırıklığına uğramış, Yalçın’a giderek elindeki tadı berbat, anlam veremediği paketle, onun oyuncağını değiştirmeyi teklif etmiştir. Böylece yoyo Hüseyin’e, pastel boya da Yalçın’a geçmiştir. O gün yaşananlar, GÖKÇEBAĞ’ın hayatındaki dönüm noktasıdır; küçücük pastel boya paketi, Gökçebağ’ın ressam olma yolundaki ilk adımıdır. Gökçebağ, o günden itibaren boyayı elinden düşürmemiş, okulda da resimle ifade edilecek tüm afişler ve panolar küçük Yalçın’ın yeteneğine teslim edilmiştir. Gökçebağ'ı tanıdıkça göreceğiz ki; hayatı boyunca yaşadığı, karşılaştığı hiçbir şey sebepsiz değildir, başına gelen iyi ya da kötü her şey, onu eşsiz bir ressam yapma yolunda birer yapı taşı olmuştur.

   GÖKÇEBAĞ’a göre hayatını etkileyen bir diğer dönüm noktası da Gönen Köy Enstitüsü’dür. O, Köy Enstitülerine giren son öğrencilerden biriydi. Çünkü bu eğitim kurumları, 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince kapatılmıştır. Yalnızca eğitim ve öğretim kurumu olmayıp, ayrıca sanat, kültür, düşünce merkezi olan Köy Enstitülerinin kapatılması eğitim tarihimiz için iyi sonuçlar doğurmamıştır. Eğer bu kurumlar hala duruyor olsaydı şu anda bambaşka bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Öğrenciler tarlada bitki yetiştirmeyi, atölyede marangozluk yapmayı, bir binanın elektrik ve su tesisatını döşemeyi, inşaat yapmayı, müzik aleti çalmayı, tiyatro oyunu sahneye koymayı, resim yapmayı v.b. öğrenirlerdi. Her işlerini kendileri yaparlardı. Yalçın Gökçebağ da resim ve müzikte başarıyı yakalamış, ikisinden de büyük keyif almıştır. Müzik dersinde Gökçebağ’a keman verilmiş ve bu aleti çalmak hoşuna gitmiştir. Derste, içinden gelen bir türküyü çaldığını duyan hocası çok sinirlenmiş, kemanla türkü çalınmaz diyerek Gökçebağ’ı hiddetle azarlamıştır. Bu olay Gökçebağ’ı çok yaralamış ve okuldaki müzik sayfasını orada kapatmıştır. Müzikte durum böyleyken resimde işler daha farklı yürümüştür. Buradaki resim öğretmeni Gökçebağ’da ışık görmüş, yaptığı resimleri saklamış ve biriktirerek Çapa Öğretmen Okulu Resim Semineri seçmelerine göndermiştir. Seçmelerde başarılı olmuş, okulda okumaya hak kazanmıştır. Üç yıl bu okulda, temel resim bilgilerini Malik Aksel ve İlhami Demirci’den almak gibi büyük bir şansa sahip olmuştur. Gökçebağ adım adım ressam olma yolunda ilerlemeye başlamıştır.

   Eğitim hayatı onu Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ne kadar götürmüştür. Gökçebağ, buradan mezun olduktan sonra Akşehir’e atanmış, resimlerindeki Anadolu tutkusu da burada şekil almaya başlamıştır. O’na göre bir resim öğretmeni salt öğretmenlik yapmamalı, yaşadığı yeri tanımalı, güzelliklerini keşfetmeli, orayı içselleştirip tuvaline yansıtmalıdır. Bir öğretmenin resim sanatının gelişmesine vereceği en büyük katkının böyle olacağını söyler. Gökçebağ da Akşehir’deki doğayı, yaşamı çok iyi incelemiş, adeta zihnine yerleştirmiştir. Resimlerindeki Pancar arabalarının süsleri, onları süren kişinin başı öne eğik, düşünceli bir şekildeki duruşu oradan edindiği izlenimlerdir. Ayrıca Akşehir’de Nasrettin Hoca’yı araştırıp, resimlerini yapan, şimdiki bildiğimiz tipini ortaya çıkaran ilk ressam Gökçebağ’dır. Hoca'nın 70x100 cm. ebatlarında resimlerini yapıp, sergilemiştir.

   Yaşam onu ressamlığa doğru iterken, Gökçebağ TRT’de kameraman olarak çalışmaya başlamış, yeni işindeki keyifli hayat, onun bu dönemde resimden soğumasına ve yavaş yavaş uzaklaşmasına neden olmuştur. O sıralarda Gökçebağ, resmi bir kenara ittiğini sanarken, hayatın, onun için çok başka planları olduğunu bilmez. Aslında TRT’de resim sanatında ustalaşmasını sağlayacak birikim dönemine girmiştir. Kamerasıyla Türkiye’yi dolaştığı zamanlarda, helikopterle yukarıdan yaptığı çekimler, perspektif algısını geliştirerek onun usta bir ressam olmasına en büyük katkıyı sağlamıştır. Bu nedenle Gökçebağ'ın resimlerine baktığınızda manzaraya tam karşıdan bakarak değil, 90 derecelik dik açıyla tam tepeden bakarak da değil, 60 derecelik eğik açıyla yukarıdan bakarak çizdiğini görürsünüz. Gökçebağ’dan değişik Anadolu peyzajlarının çıkmasının nedeni de yine TRT’de kameramanlık yaptığı dönemde, zamanının çoğunu Anadolu’da geçirirken, ülkemizin her bölgesini sosyolojik ve coğrafi açıdan tanımış olmasındandır.

Gökçebağ kendini resimden soyutlayıp, kameramanlığa vermişken yaptığı bir resimden ödül almıştır. Bu ödülden sonra koyu renkler kullanarak karamsar resimler yapmıştır ara sıra. Hayatının bu döneminde eşiyle korkunç bir trafik kazası geçirmiş, onlara çarpan araba eşini 40 metre öteye savururken, Gökçebağ’ı arabanın altında 40 metre sürüklemiştir. Gökçebağ çifti ölümden dönmüş, aylarca tüm vücutları alçılı yatmışlar, iki yıl evde muhtaç bir hayat yaşamışlardır. Bu hastalık döneminde çok düşünmüş; neşeli olmaya, neşeli şeylerle uğraşmaya karar vermiştir. Zihninde çocukluk günlerine dönmüş, köyde yaşadığı güzel anlar canlanmıştır gözünün önünde. Bu anılardan esinlenerek resim yapamaya başlamıştır. Anadolu peyzajları böylece yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.

   Gökçebağ'a göre resim yapmak için önce konuyu çok iyi tanımalı, olayı içinde çok iyi hissetmeli, hafızaya fotoğraf çeker gibi kaydetmelidir ressam. Ayrıca malzeme kalitesine de çok önem verdiğini söyler sohbetlerinde. Fırçanın ve boyanın en iyisini, en kalitelisini kullanmak kırmızı çizgisidir. Gökçebağ resimleri satılmadığı ilk zamanlarda malzeme almak için çok değişik işlerde çalışmış, örneğin düğün salonlarında şarkı söylemiş, tabelacılık yapmıştır. Ona göre bir ressam resimlerinden para kazanıncaya kadar yaşamasını ve ayakta kalmasını sağlayacak başka işlerde çalışmalıdır.

   Yaptığı doğa resimlerinde doğayı büyük tutup, insanları çok küçük tuttuğunu görürüz Gökçebağ’ın. Doğanın üstün gücü yanında, insanın ne kadar önemsiz ve küçücük bir varlık olduğunun tuvale yansıttığı duygusudur bu. Hoyratça davrandığımız, kirlettiğimiz, yok ettiğimiz, betonlaştırdığımız doğanın, büyüleyici ve gerçek güzelliğini gösterir resimlerinde. Paletiyle, boyasıyla insana ders veren Gökçebağ: “Senin olmadığın doğanın saf hali böyledir ve sen o doğanın içinde küçücük, önemsiz bir canlısın, varlığını doğaya borçlusun, bu nedenle doğayı yok edip torunlarına çöl bırakmak yerine, onu koru ki; senden sonra gelecek nesiller de doğanın gerçek güzelliğini yaşayabilsinler. Sadece sen yoksun yerkürede. Bitkiler ve hayvanlar, kendini hakimi sandığın doğanın gerçek sahipleridir. Bu nedenle sana doğayı yok etme özgürlüğünü vermiyorum.” demektedir. Kim hak vermez ki Gökçebağ’ın zihninden tuvallerine yansıttıklarına?

  Gökçebağ, bölgelerin sosyolojik durumunu da tuvallerinde gözler  önüne serer. Örneğin; Karadeniz Bölgesi resimlerinde, çay bahçelerinde sadece kadınların çalıştığını görürüz. Ne yazık ki bu bölgede durum gerçekte de böyledir; en ağır işleri kadınların yaptığı, en ağır yükleri kadınların taşıdığı, erkeklerin ise kahvede oturduğu bir manzarayla karşılaşırız oralara gittiğimizde. Gökçebağ'ın tuvallerinde bu sosyolojik durum çok nettir. Diğer bölgelerdeki bahçeleri, tarlaları Gökçebağ’ın tuvallerinde böyle görmeyiz. Kadınlı erkekli çalışırlar çoğunlukla. Ayrıca Gökçebağ eserlerinde imeceyi de çok güzel gösterir. Köylünün hep birlikte çalışarak birbirlerine verdikleri destek resimlerinde çok açık görünür.

   Gökçebağ, resimleri için ‘senfonik müziktir’ demektedir. Yani resimler adeta birbirinin devamıdır, birbirini tamamlar. Hepsi bir bütünün küçük parçalarıdır. Bir parçası eksik kalırsa sanki bütün, eksik kalacak veya bozulacaktır.

   Gökçebağ’ın yaptığı resimler beceri, yetenek ve ustalık gerektirir. İnce fırça darbeleriyle, çok küçük ayrıntılardan oluşan resimleri, özenli, titiz, yorucu bir çalışmanın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bugün 77 yaşındadır ve hala heyecanla, zevkle, pozitif enerjisiyle, istekle tuvallerini boyamaktadır. Sanatçı egosu göremezsiniz onunla yaptığınız sohbetlerde. Kibar, içten, samimi, hoş sohbet, vakit geçirmenin harika olduğu nadir insanlardandır. Size açtığı iyi yüreğini, doğallığını hemen fark edersiniz. YALÇIN GÖKÇEBAĞ, iyi ressamlıkla, iyi insanlığı birleştirmiş nadir sanatçılarımızdandır. Çok yaşasın, güzel yaşasın ve daha çok tuvaller boyasın. Minnetle... (Gürbüz,S.2021)