Kar önünde boylu poslu bir Güzel Varlık. Ölü uğultular ve sağır müzik çemberleri yükseltiyor, genişletip titriyor o tapınılası bedeni, tıpkı bir hayalet gibi; şarap rengi kara yaralar açılıyor güzelim tenlerde, işliklerin üstünde, görüntünün yöresinde yaşamın öz renkleri koyulaşıyor ve dans edip belirginleşiyor sonra. Titreşimler yükseliyor, çınlıyor ve bu izlenimlerle çılgına dönmüş tat, dünyanın, bizden uzak güzellik anamıza mızrak mızrak attığı ölümcül ıslıklarla ve boğuk müziklerle, -bir gidip bir geliyor. Ey küllü yüz, kıl levhası, kristal kollar! Bu güzelim havada, ağaçlar arasında, üstüne çullanmak zorunda kaldığım şarap bardağı!
-Arthur Rimbaud, Illuminations.
Her şey 1863 yılında döneminin en prestijli sergi alanı olan Salon de Paris jürilerinin, sanat dünyası için skandal sayılabilecek bir karar ile üç bine yakın eseri sergiye kabul etmemesi ile başladı. Buna karşılık duvarları akademi geleneğinin beğenisi ile neo-klasik ve romantik eserlerde dolu Paris Salonu’na kabul edilmeyen “Adsız Sanatçılar” bir araya gelerek 1874 yılında fotoğrafçı Nadar’ın galerisinde Salon des Refusés’yi (Reddedilenlerin Salonu) kurdular. Reddedilenlerin Salonu bugüne kadar Paris Salonu’nda görülmemiş tarzda eserlerle doluydu. Kural yok, biçim ve çizgiler muğlak, taslak noksan, renkler canlı… Ardından sergideki eserlerden biri olan Impression, soleil levant (Claude Monet, 1872) bu adsız sanatçılara ad veren eser oldu: Les Impressionnistes.
(Claude Monet, İzlenim: Gün Doğumu)
Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” söylemi ile yapıtaşını attığı modernizmin yaratmış olduğu bireycilik algısı ile sanatın pek çok alanında sanatçılar artık kendi deneyimlerini eserlerine yansıtmaya başlamışlardı. Örneğin Robinson Crusoe ile ilk defa bir edebiyat eserinde tanrısal bakış açısının yerine bütün öznelliği ile karakterin dilinden “ben” dili görüldü. Artık sanatta objektif olanın yanı sıra bireyin, yani sanatçının dünyayı nasıl algıladığı ve anlamlandırdığı da öne çıkan bir olgu halini almıştı.
Empresyonistlerin sanat sahnesine çıkış noktasının da bu düşünce olduğunu söylemek yanlış olmaz. İzlenimcilik, sanatçının bireysel görsel izlenimlerine odaklanan özellikle ışık ve renk aracılığıyla oluşan bir sanat akımıdır. Bu akımı benimseyen sanatçılar, resmettikleri nesne veya olayın detaylarından ziyade, belirli bir anın özellikle belirli bir ışık altındaki izlenimlerine önem vermişlerdir. Sanatçının odak noktası doğrudan gerçeklik değil, gördükleriyle uyandırdığı duygu ve düşüncelerdir. Akımın temelinde varlığın gerçekçiliği ve nesnelliği ikinci planda tutularak, kişisel yorum ve izlenim ön plana çıkarılmıştır.
(Pierre-Auguste Renoir, Gölün Kenarında)
İzlenimin anlık durumunu yakalayabilmek adına gereken şey için sanatçılar, dinamik fırça darbeleriyle etkiyi kaybetmeden resmetmeye çaba harcadılar. Bu yöntemle sanatçılar, akademik resimlerin ince dokunuşlarla işlemiş olduğu estetikten uzaklaşarak resimlerine daha canlı bir his katma amacındaydılar. Işığı ve yansımayı ön plana atarken biçim muğlaklaşıyordu. Sanat Tarihçi ve ressam Adnan Turani, bunu şu şekilde izah eder: “Empresyonizm ışık ve gölgenin obje üzerinde meydana getirdiği oyunları saptamak istediğinden, objenin biçimini dokunulacak gibi oylumlaştırma değerini ihmal etmek zorunda kalmıştı.” (Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi, 6. Baskı, 1997, sf.560)
(Claude Monet, Kurbağalı Dere)
Empresyonizm, başlangıcıyla beraber en büyük etkiyi resim sanatında yaratmış olsa da edebiyat ve müzik alanında da pek çok sanatçıyı etkilemiştir. Örneğin, ay ışığına dair bireysel izlenimini Clair de Lune ismini verdiği şiire aktaran Paul Verlaine’in ardından Debussy, bu şiire dair izlenimleri yine Clair de Lune ismiyle bestelemiştir.
Büyüleyici maskelilerin dans ederek geçtiği
Güzide bir peyzajdır ruhunuz.
Lavta çalıyorlar, dans ediyorlar ve sanki
Hayali görünüşlerinin altında hüzünlüler.
Minör tonda şarkı söylüyorlar devamlı,
Her şeyi fetheden aşk ve hayat ne kibar onlara karşı
İyi şanslarına inanmıyor gibiler.
Ve ay ışığına karışıyor şarkıları.
Kuşların hayal kurmasını sağlayan ağaçlarda
Hüzünlü ve sevecen sakin ay ışığıyla
Fıskiyeler ağlıyor coşkuyla,
Mermer heykellerin arasındaki fıskiyelerin
uzun, ince gözyaşı.
(Paul Verlaine, Ay Işığı)
20. yüzyıla gelindiğinde empresyonizm Paris sokaklarından taşmaya başlar. İstanbul’dan Paris’e sanat eğitimi için giden Türk ressamlar, geri döndüklerinde bu “yeni” tarzda eserler üretmeye başlarlar. Bu isimlere örnek olarak Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza’yı örnek verebiliriz. Ancak şu bir gerçektir ki ışık oyunlarının Türk resmindeki ustalarından sayılan bu isimlerden eğitim alıp, sonrasında Paris’e giden 1914 Kuşağı -ya da Çallı Kuşağı da diyebiliriz-, Türk sanat çevrelerine empresyonizmi teknik açıdan tanıtmışlardır. Özellikle -kuşağa ismini veren- İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Sami Yetik, Feyhaman Duran, Hüseyin Avni Lifij gibi isimler akımın özelliklerini gösteren eserler resmetmiş, bu sayede Türk Resim Sanatı’nda köklü bir değişiklik yaratmışlardır. (Sanatçı biyografilerine websitemizin Blog/Sanatçılar kısmından daha detaylı bir şekilde ulaşabilirsiniz.)
(Hüseyin Avni Lifij, Atölye)
(İbrahim Çallı, Çınaraltı)
Modern izlenimci sanatı topluma tanıtmak amacıyla 1916 yılından itibaren Galatasaray Üniversitesi’nde her yıl sergilemeye başlayan grup, Milli Mücadele Dönemi ve ardından Cumhuriyet’in ilanı ile beraber aynı üslupla konularını buna yöneltmişlerdir.
İzlenimcilik, Modern Türk Sanatı’na Monet’nin Impression’undan çok daha sonra girmiş olsa da, hâlâ pek çok sanatçının kendisini yakın hissettiği bir akımdır. Ve tabii sanat dünyası biçimi bu denli bozmakla kalmamış, bu başlangıç kendisinden sonra pek çok yeni akımın doğmasına yol açmıştır.
Fotoğrafçı Nadar galerisini açar, Monet gün doğumunu resmeder, Hoca Ali Rıza yola girer, İbrahim Çallı o yolda ilerler, ardından pek çok sanatçıyı da kendisi ile beraber götürür...
Dixitque Deus: “Fiat lux”. Et facta est lux.*
*Çev: Tanrı, "Işık olsun" dedi ve ışık oldu. (Eski Ahit, Yaratılış.)
Yararlanılan Kaynaklar Ve Okuma Önerisi:
Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi
Arnold Hauser, Sanatın Toplumsal Tarihi
Yazı: Sâki. 2023. UX Müzayede